Gelenek Görenek

CİZRENİN ÖRF ADET VE GELENEKLERİ 

 

D İ N                                           

Cizre şehir içinin tamamı Müslüman olup, Şafii Mezhebi’ne mesnuptur. Herkes dört mezhebi hak bilip başka mezheplere düşmanlık gütmez. Köylerinden yalnız Aşağıdere (Dêra Köyü )Süryani Kadim  Hiristiyanlarıdır.

Tufandan sonra Allah’ı (cc) birleme dini olan Tevhid Dini’ni  zaten Hz. Nuh (S.A.) getirmişti.  Nuh Peygamber Cudi Dağı’ndan indikten sonra Cizre Tor (Dağkapı) Mahhallesinde Cizre suruna 10 metre uzaklığında  ibadetgah yapmıştı. Tufanın başlayış parolası tandırdan su fışkırması olduğu için, bu namazgahına daha sonra Ketennur adını vermiştir.[2] Daha sonra Gudiler döneminde Enigah olarak adlandırılmıştır. Binlerece yıl Cizre bu Tevhid dini üzerinde kalmış olmakla birlikte, zamanın da Zerdüştlük yayılınca bir kısım insanlar  Zerdüştlüğü kabul etmiştir. Zend-Avesta kitabının sahibi Zerdüşt (Zerdeşt) de önceleri bir peygamber  olsa gerekir. Çünkü bir kitapta  Zend–Avesta kitabının bir bölümünde Hz. Muhammed (A.S.) ın vasıflarını okumuştum. Orda babasının Allahın kulu olduğunu, anasının çok güvenli olduğunu, kendisinin kumlar diyarından olduğunu söylemiştir.[3] Abdullah; Allahın kulu, Amine; güvenilen kişi, Mekke, Medine’de kumlar diyarıdır. Zend-Avesta ilahi bir kitap olmasa ondan binlerce yıl sonra gelecek zatı nasıl anlatabilsin. Lakin zamanla bu din sapıtılmış, esas amacından dışarı çıkarılmış olduğu için ortadan kalkmaya mahkum olmuştur.

 İlkçağların sonunda,  İsa (A.S.) dan çok az önceleri Ateşperestler bölgede çoğalmıştı. Cizre  Şatosu’nda dahi Ateşgede mabedleri bulunmakta idi.

Babil Kralı Nabukodonosor (Nabukadnezar) II, M.Ö.597'de Ken'an kuzeyindeki Yahuda Kralığı'na saldırarak Kudüs'ü ele geçirip, yakıp yıkarak Kral Yahokin ile birlikte yahudi halkı ve önderlerini de  Mezopotamya’ya  Babil'e sürgüne göndermiştir. Kudüs’ü yakıp yıkınca şehir halkını buradan sürdü, birliklerini dağıttı. İşte bu Yahudilerden bir kısmı da Cizre’ye gönderilmişlerdi. Bu yüzden Cizre’de Rütükan Mahallesinde Yahudiler de bulunmaktaydı. Bunların Cizre Alibey mahallesinde Kinişte adı verilen bir sinagogları bulunuyordu. Şimdi bu Kinişte Buğday Pazarı Mescidi olarak da kullanılmaktadır. 1917-1930 yılları arasında yavaş yavaş İsrail’e göç etmişlerdir. Cizre’de çeşitli el sanatları, kunduracılık, dericilik işlerini yaparlardı.

Selevkoslar devrinde (Romalılar) Cizre’ye Hristiyanlık da gelmişti. Cizre yeni din olan Hristiyanlığı benimsedi ve çok ileri gitti. Hatta bir ara Cizre, Kildani Cemaati Piskoposluğu’nun makam şehri durumuna geldi. O zamanlar Cizre’de dört kilise olduğu söylenmektedir. Bir tanesi Ulucami’mizin yeri. İkincisi İpek Palas otelinin arkasında  Dera Fırıng, üçüncüsü Yeniçarşı’da H. Mehmet Bilen ve Abdurrahman Kurum’a kadar olan yerde bir kilise bulunmakta idi. Nuh (A.S.) camiinin bulunduğu yerde de Derebuna Kilisesi idi.

XIX. Asrın sonlarında Cizre’ye gelen Müller–Simonis’in dediğine göre; Cizre’nin 800 evinden 120 si Hiristiyandı. V. Cuinet’e göre, Cizre’de Hiristiyanlardan Gregoryan, Katolik, Protestan, Ermeni  az sayıda Keldani ve Yakubi bulunuyordu.

Eskiden Cizre’nin köyleri olup sonra Silopiye bağlanan Bedro, Takyan, Nervan, Miğara, Sofisalim köylerinde Ermeniler oturuyordu. Bu köylerde Yezidiler de vardı. 

İslamiyet 639 yılında Hz. Ömer (r.a.) zamanında İyad bin Ğanem komutasındaki İslam ordusu Cizre yakınlarına geldiğinde, Cizre İslamiyeti savaşsız kabul etmiş ve büyük bir ilgi görmüştür. Binlerce yıldan beri ilim ve medeniyet merkezi olan Cizre bu sefer İslam medeniyetini kucaklıyordu. Çünkü

Hz. Muhammed (s.a.s) zamanını yani Asri Saadeti ve Halife Hz. Ebubekir ve Ömer’in adaletini kervancılardan duyan Cizre’nin çoğunluğu  İslamiyeti kabul etmiş oldular. Hz. Ömer bu anlayış karşısında Cizre’de yüksek bir okul açtırdı. Bu sayede Cizre yüzbinlerce alim, 90 tane El-cezeri ile anılan yazar ve mucit yetiştirmiştir. Ebuliz İsmail bin Rezzaz El-Cezeri, ŞeyhAhmet el Cezeri, İbnulesir kardeşler, İbnul Cezeri bunlardan bazılarıdır.

Şu anda onüç minareli camii ve 85 tane mescidi bulunmaktadır. İslamın ilk yıllarında 360 camii ve 90 medreseye sahip olduğunu kitaplar kaydeder. Halkın çoğu dinine bağlı ve namazını kılmaktadır. Kur’an okuma merakı halkta olup, çocuklarını küçük yaşta Kur’ana alıştırmaktadırlar. Şu anda Diyanet Başkanlığınca da bir Kur’an Kursu devam etmektedir.

 

 

CİZRE ÇİÇEĞİ (ÇİÇEKA CIZİRÊ) :

Dünyada yalnız Cizre’de yetişen ve Ulucamii, Kırmızı Medrese  duvarları ile Cizre Kalesi Surlarında açan ve hiçbir yerde eşine raslanmayan “Çiçeka Cizîrê” Cizre Çiçeği tek kökte sekiz, on dal açıp her dalda sarı renkte fincancıkları olan küçük yapraklı, kokusuz bir bitkidir. Dünya bitkilerinin Endemik adlandırmasındaki Türkçe adı Cizre Çiçeği olarak geçmektedir.Cizre Çiçeğini korumaya almamız gerekir.

   

Cizre Çiçeği  (Çiçeka Cızirê)[4]

 

TİCARET :                                              

  Binlerce yıldan beri ticaret merkezi ve tarihi bir şehir olan Cizre, hem İpekyolu ve Baharatyolu üzerinde, hem de diğer kervan yollarının  uğrak noktasıdır. Gudi, Babil, Asur, Hititler devrinde önemli bir ticaret merkezi olduğunu tarihçiler kaydederler. Hindistan, İran, Ninova (Musul) Bazibda (Cizre), Nusaybin (Nisibis) yolu üzerinden Hitit, Bizans, Rum ve diğer Avrupa ülkelerine baharat, mazı, yün, badem,bıtım ve tahıl ihrac edilirdi.

 

 

                                             İlkçağlarda Cizre’den geçen İpekyolu

 

Nihayet 1930 yılına kadar Cizre ticarette canlılık ve hareketliliğini muhafaza edebildi. Fakat Suriye sınırının burnumuzun dibine gelmesi ve Irak sınırının yaklaşması Cizre’nin iki kolunu kesmiş gibi oldu. Araba yolunun Anadolu’ya Cumhuriyetin ilk yıllarında olmaması epeyce Cizre’yi sarstı. Tekrar ulaşım Keleklerle Diyarbakır Cizre olarak yapıldı. Daha önce Cizre’den Musul, Bağdat’a bal, ceviz, badem, çekirdek, nohut, bıtım ihraç ediliyorken bu sefer Diyarbakır’a hayvanla bunlar götürülür. Oradan çay şekeri, giyecek eşyalar getirilmeye başlandı.

Şimdi en büyük ticaretin başında yün ticareti, mazı, buğday, mercimek, nohut, pamuk önemli yer tutar. Hele uluslararası İpekyolunun tekrar Cizre’den geçmesi Cizre’nin çehresini değiştirmiş ve yeniden eski kervanyollarını bize hatırlatmıştır. Büyük bir canlılık veren bu yol üzerine kurulan dükkanlara uğrayan şoförler, battaniye, fıstık, fındık ve cevizleri Irak, Kuveyt ve diğer Arap ülkelerine satarlardı. Şimdi de mazot ve diğer taşımacılık devam etmektedir.

Aşağıdere köylüleri çevrede çok tutulan Şal ve Şapik’in kendi tezgahlarında dokuyup satarlardı. Bu onlar için büyük bir geçim kaynağı idi.

Cizre Suriye Ayndiver Sınır Kapısı  Cumhuriyetin kuruluşundan  1940 yılından 1972 yılına kadar açıktı. Bu kapının kapanması ile Cizre, İdil, Midyat, Silopi, Şırnak ekonomisi üzerinde olumsuz çok büyük etkileri oldu.

Bu sınır kapısının açılması ile 126.000 nüfuslu Cizre başta olmak üzere tüm Şırnak, Mardin, Siirt, Diyarbakır bölgeleri bu kapıdan yararlanacaktır.

Sanayi açısından bölgede bir iş imkanı bulunmadığından 1150 üyesi bulunan  Cizre Sanayi Odası mensupları da iş yapamaz haldedir. Bu kapının açılması ile CSO üyeleri  Suriye’de kendilerine uygun iş ve ticaret yapabileceklerdir.

 

 

 

 

 

 

 DÜĞÜN- ÖLÜM   

 

            DÜĞÜN:

            Cizre’de genel olarak görücü usulü ile evlenmeler olduğu gibi, birbirlerini kapı, pencere köşelerinden görüpte beğenenler de vardır.İslam Dininin kız ve erkeklerin birbirlerini görme izin ve emirleri sayesinde nadiren bazı ailelerde bir sefer görme izni de verilmektedir.

            Kızı beğenen erkek, durumu annesine açıklar. Anne de müsait bir sırada babaya durumu nakleder. Anne-baba kızı ve ailesini kendilerine uygun görürlerse kızı isteme kararı alırlar. Anne bir bahaneyle kızı gidip görür. Bazı aileler ihtiyar bir kadını aracı olarak kız evine gönderirler. Bu ihtiyar bayan ağız yoklaması yapar, erkeği ve erkek evini dilinin döndüğünce anlatır. Kız anası da durumu beyine anlatır. Kızın babası yakın akraba ve ailedekilere danışır. Uygun görüldüğünde, ikinci kez gelen ihtiyara durumdan bilgi verilir. Uygun görülmezse, kızımız küçüktür, ağabeyi evlenmedi, evde iş yapacak başka kimsemiz yoktur gibi bahaneler uydurulup, bir red çekilir. Şayet kız evi de erkek evini ve çocuğu uygun görüyorsa, falan gün gelip istesinler. Çoğunlukla bu istemede İslamiyetin yasakladığı “Başlık” konusu ve yüksek rakamlı altınlar ve şartlar konuşulacaktır.

            Oğlanın anası, ninesi ve birkaç bayan, yanlarına mali durumlarına göre şekerleme ve bazı eşyalar götürüp kız evine giderler. Allah’ın emri, Peygamberin sözü üzerine kızınızı oğlumuz filana isteriz, diye söze başlarlar. Onlarda evet hayırlı olsun, derler.

            Başlık 1900 yılarında 30-40 Mecidiye, 1950 dolaylarında 100 lira, 1970’li yıllarında  5-6 bin liraya fırladı. 2000’den itibaren ise 5-6 milyara fırladı. 2005 itbarıyla 5-6 bin YTL oldu. Altın olarak da, birkaç yüzük, bir küpe, en az iki çift bilezik, bazen beş çift isteyen çıkabiliyor. Bir altın kolye, bir-iki metrelik altın zincir istenenler arasındadır.

İslam Peygamberi Muhammed (s.a.s.)’den ne kadar uzaklaştığımızı düşünmek gerek. Çünkü, onun zamanında nikah için bir çekirdek kadar altın alınırdı. Yüzlerce gencimiz bu hergünkü altın fiat artışı karşısında ve bu para için evlenemez durumdadır. İş sahası olmadığı için  bu parayı ya gayri meşru bir yoldan kazanacaktır. Yahut babayı zorlayıp varsa, dükkanını evini, bağını sattıracaktır. Bunların vebalini tabii ki kız babaları çekecektir. Kıza gerekli değer mutlaka verilmeli, fakat ölünceye kadar damadını ve kızın borçlarda bırakmamalıdır. Nadiren kızını başlıksız verenler de vardır.

            Altın ve başlık konusunda anlaşan kız ve erkek evi, derhal beraberinde getirdikleri şekerlemeleri dağıtıp, yerler. Artık belirli bir güne Nişan (Şerbet) yapılacağı kestirilir. Eğer gelin erken götürülmeyecekse, her yeni meyve çıktığında, birkaç siniye o meyveden bırakılıp üzerine  altın ve süs eşyası bırakılıp gönderilir. Bir de Ramazan ve Kurban Bayramalarında bir-iki sini baklava ve üzerin bir altın olmak üzere kız evine yollanır. Bu altın ya liradır, veyahut kızın bilezikleridir. Erkeğin akrabaları isterlerse kızın evine gidip gelin bayramını kutlar ve para bırakırlar.Genelde başkasına eziyet etmemek için kayınbaba kimseyi rahatsız etmeden ve çağırmadan kendisi yalnız gider ve yüklü bir para bırakır.  Bayramın üçüncü günü de erkeğin annesi akrabalarını toplayıp gelinin bayramını kutlamaya giderler. Bazı bayanlar geline para verdiği gibi, bir kısmı entari ve benzeri süs ve giyecek eşyaları götürürler.

            Nişan yapılacak günü, bir kadına erkek evi çay şekeri verip ev ev dolaştırır. Verilen şeker bir davetiye niteliğindedir. Nişanda ailelerin tutum ve davranışlarına göre Davul-Zurna veya Tef çalınır. Önde çalgı, arkada bayanlar bazı hammal veya yabancı kadınlar başında sofralara dizilmiş entariler ve çamaşırlar, 1 torba şeker, yaz ise bir kalıp buz ve bazı eşyalarla giderler. Önde Berbü denilen giyinik genç kızlar oynayarak iştirak ederler. Kız evine vardıklarında erkek tarafı oynar, kız tarafı ise şerbet hazırlıkları ile uğraşır. Oğlanın annesi veya onlarca düğünde bulunup kocasıyla mesut olan birisi seçilip altınların kendisi tarafından takılması için eline altınlar verilir. Bu bayan gerdanlık ve kolye ile diğer altınları takar. Sonra gelini oyuna kaldırıp, üzerine para atar ve çalgıcıya Şabaş denilen paralar bahşiş çekilir. Herkes meşrubatını içtikten sonra, çalgıcıyla birlikte ordan ayrılırlar.

            Düğünün hangi gün yapılacağı önceden kız evine haber verilip beraber bir gün kestirilir. Kız verme gününde hangi eşyaların verilen başlık parasıyla alınacağı, erkek evinin hangi eşyayı hazırlayacağı belirlenmiştir. Düğünler Cizre içinde üçgün -üç gecedir. Birinci geceye Destkutank-(Destqutank-Elvurma), ikinci geceye Destreş (Kınagecesi), üçüncü geceye de Sersıbehi (Sabahbaşı) adı verilir. Erkek ve kız evi davetiye yerine bir iki sabun ve bir miktar kınayı bir ihtiyar kadınla evlere gönderirler. Bu kadın ev ev bu kına ve sabunu dolaştırır. Sabun ve kına miktarı artarsa, yani ikişer sabun ve normalden fazla kına gönderilirse, o evin geline damat evinde sini denilen Gurabiye, Baklava, Memilheva gibi bir şey göndermesi gerektiği açıklanmış olur. Erkek tarafından birkaç kişi, erkeğin babası, kardeşi veya yakın akrabası beraber çaşrıyı gezip, dostları, akrabaları  düğüne davet ederler. Yahut düğün davetiyesi gönderirler.

Düğün gecesi erkekler ayrı yerde, bayanlar ayrı yerde olmak üzere toplanıp eğlenirler.Yatsıdan saat 23 civarlarına kadar oynayıp dağılırlar, bu sırada bayanlar da ayrı eğlenirler.

            Birinci geceden sonra sabahleyin erkek evi çeyiz getirmek amacıyla hazırlıklara girişir. Hammallar önceleri çeyizi taşırlarken şimdi katır ve hayvanların yerini kamyonlar almıştır. Çeyizi taşıyacak araça davul zurna da katılır. Gelinin kapısına gelindiğinde  beraber giden bir iki erkek çeyizi evden dışarıya çekerler. Cizre içinde başlık yenmediğinden alınan başlığın tamamı geline masraf yapılır. Çeyiz arabaya bindirildikten sonra, bu kutlu yuvanın akrabaları kendi kızlarının çeyizini odasına yerleştirmek üzere bir-iki bayan çeyizle birlikte erkek evine gelir, çeyizi düzeltip yerleştirirler. Çeyizle birlikte davul çalar ve kamyon caddeyi gezip dolaştıktan sonra güvey evine gelir. Gelenin eşyaları düzeltildikten sonra elbise ve diğer süs eşyaları teşhir edilir.

            Düğünün ikinci akşamı Kına Gecesidir. Düğün ya büyük bir avlulu evde yapılır. Yahut geniş sosak ve mahallede yapılır. Bu yerin önceden ışıklandırılması yapılır. Kiralanan kahveci sandalyelerini  getirir. Çalgıcılar mikrofon ve aletlerini kurarlar. Düğün sahibi, zevkine göre davul-zurna, tef, cümbüş-darbuka, darbuka-filüt gibi aletleri çalmaları için pazarlık yapar. Bu düğün sahibinin düşüncelerine göre değişir.

Bazıları da hiç müzik aleti çaldırmadan bir mevlitle düğünü yaparlar.

            Yatsıya 15-20 dakika kala çalgı çalmaya başlar. Yavaş yavaş davetliler düğün yerine gelirler. Gecenin 11-12 sularında artık yabancı sayılanlar yavaş yavaş müsaade isteyip ayrılırlar. Bazı aileler ve akrabaları sabaha kadar yatmadan eğlenirler. Düğün çalgıcısı da saat 12 ye doğru ayrılıp gidince, akrabalar mani, türkü ve şarkılarla geceyi renklendirirler. Oyun olsun diye yatanlar olursa yatağa bağlanır veya yüzlerine is sürülür. Güveyin fazla yorulmaması için saat 22’ye doğru yatmaya gönderilir.

Kadınlar kına ve mumlarla gelinin yanına davul zurna eşliğinde geceleyin giderler. 1970 lere kadar kına gecesi derfik denilen tefleri çalan bayanlar vardı.Bu bayanlar kına gecesi kadınların içinde tef çalardı.Gecenin bir vaktinde güveyin babası, anası, kardeşi, ablası, amcası, dayısı çağırılıp “Gewlaza” şarkısı söylenip bahşiş alınırdı.

 Kına gecesinin ertesi sabahı berber çağırılır. Berber güveyin saçını sakalını çalgı ve oyun eşliğinde tıraş eder. Daha sonra güveyin en yakını onu banyoya alıp başını yıkar. Çalgı bu esnada da devam etmektedir. Yeni güveylik elbiselerini giyer ve çıkar.

Bazı aileler kızlarına da ufak düğün yaparlar. Kızın arkadaşları yanına gelir, tef çalar oynarlar. Geline elbise giydirilirken bayanlar tarafında söylenen Narinkê    türküsü söylenir.

Gelin, bayanlar tarafından  hazırlanırken hep beraber Narê türküsü  söylenir.

Gelini saat 16 sıralarında almaya giderler. Önceleri gelin atla getirildiğinden tüm erkekler çok güzel süslenmiş atı ortalarına alır ve Berezava denilen bir sağdıc erkeği bindirip gelin evine giderlerdi. Dönüşte gelini, güveyin babası veya ağabeyi alır ata bindirirdi. Tüm erkekler Mamani, Selim a Leyla, Meanimebira gibi uzun türküleri söyleyerek eşlik ederlerdi. Şimdi ise at modası kalktığından taksiler bu işi görmektedir.

Geline gidilirken erkekler tarafından Selima Leyla türküsü hep beraber söylenir.

Gelin içerde bayanlar tarafından hazırlanırken, kapıda  Memyane türküsünü erkekler hep bir ağızdan söylerler. Gelin ata bindirilirken ve beraber yürünürken Mamanê  türküsü söylenir.

Güvey gelinden sonra camiden alınırken Çı Çelenge türküsü beraber söylenir.

            Gelin taksisi balon, bebek ve  rengarenk mendiller ile süslenir. Davul-Zurna bir arabada çalar ve gider. Taksi konvoyu gelinin evinin önüne gelince bazı evler kapısını kapatıp kızlarını vermezler. Ta ki, Pışder adı verilen bir ufak başlık denebilecek para verilinceye kadar. Ancak bazı gelin evleri de kapılarını kapatmaz ardına kadar açık bırakırlar. Bu para 40-50 YTL, 100 YTL ve daha yukarı da olabilir. Gelini genelde bayanlar süslerdi. Ancak şimdi kuaförler bu işi de yapmaktadırlar. Gelinlik giydirildikten sonra, Kazi (Qezi) denilen bir nevi değerli ve renkli çarşaf da giydirilirdi. Daha sonra iki bayan onun kolundan tutup onu taksiye bindirirler. Ayrıca gelin süsleme ve hazırlama sırasında Nare adlı şarkısı  da okunur.

            Geline gittiklerinde gelin güveyin üzerine gelmesin diye, güvey evden çıkarılır. Bir yakın camiye götürülür. Yanında birkaç kişi de bulunur. Gelin taksisi güveyin evinin önüne geldiğinde kolundan tutup dışarı çıkarmak isterler. Bazı gelinler bir altın alıncaya kadar inmez. Bazı gelinler de bu teklifte bulunmaz. Kassap kapıda gelini bekler ve gelin yaklaşınca koyun kesilir. Gelin içeri girince bir kısmı kadınlar salavatı şerifeyi çeker. Bazısı Tulülü denilen bir çeşit  zılgıtlar atılır. Yakın akrabaların elinde bir testi bulunur ki, içinde para ve şekerler bulunmaktadır. Gelinin ayağı yanında testi yere çalınır. Çocuklar para ve şekerleri kapışırlar. Sonra anne kılıç, kepçe, delikli kepçe ve kaşık sepeti ile oynar. Gelinini içeri almaya çalışır. İçeri girmeye bir iki adım kala gelinin eline bir yumurta verilir ve bu yumurta kapı üstünde bulunan duvara çalınır. İçeriye alınıp oturtulur.

            Bu sırada erkekler camide bekleyen güveyi almak üzere Çı Çelenge Zavakeme türküsünü okurlar. Cami hediyesi verildikten sonra, güveyi arkadaşları kollarına girerek saf saf dizilerek çalgılar çalınıp beraber “Çı Çelenge Zavakeme” türküsü ile yürürler.

Güvey göğsündeki rozeti ile tanımak çok kolaydır. Göğsünde, pamuk, mavi kaşlı altın göğüslük, üzerine ayet ve dualar yazılmış kağıt durmaktadır. Güvey de eve getirildiğinde kasap onun da ayağı yanında bir koyun-keçi keser. İçeri salınır.Yarın kır gezisi falan yerdedir, diye ilan edilir ve halk dağılır.

Güvey içeri girer girmez, ayağı önünde bir testi kırılır. İçindeki paralar tekrar çocuklar tarafından kapışılır. Onun da eline bir çiğ yumurta verilip, kapı üstündeki duvara atması için söylenir. Kendisi atar ve içeri girer. Tam bu sırada  yarışma başlamıştır. Gelin güveyi karşılamak ve saygı vermek amacıyla ayağı kalkar bekler. Güvey de girer ayağını gelinin ayağına bastırmak ister. Gelinde ayağını kaptırıp onun ayağı üzerine koymak için didinir. Hangisi diğerinin ayağını basarsa o evde baskın olur, diye bir inanış vardır. Genelde erkek kadının ayağına basar. Orada hazır olan bir-iki gelin akrabası ve güveyin akrabaları birbirlerini hayat boyu sevsinler ve tatlı olsunlar diye ellerini şekerli su ile yıkarlar. Yıkamadan sonra gelinle gelen bir-iki bayan evlerine geri döner.

            Ertesi sabah çalgıcı, bu mutluluğa güveyin ermesi dolayısıyla para almaya gelir. Biraz da avluda çalar, oynarlar. Sabah saat 7.30-8.00 civarlarında gelin evi Pilav,zerde, dolmadan oluşan ve Futür denilen bir yemeği kızlarına gönderirlerdi. Kadınlar ve hammallar başlarına bu yemeği alır davul-zurna eşliğinde güvey evine getirirlerdi.

 Bu sırada çalgıcılar güveyi alıp, kıra götürürler. Arkadaşları ve davetliler de kıra doğru giderler. Bazısı güveç, pilav, bamya yaptırdığı gibi, bazısı tatlılar ve pastalar yaptırıp götürür, kırda eğlenirler. Akşama doğru eve doğru gelip güveyi içeri salarlar. Herkes güvey babasını kapıda kutlayıp mesut olmaları için dua eder.

Gelinin getirirldiği  gün öğleden itibaren çalgıcılar bayanlara çalar. Gelini her oyuna kaldırışta çalgıcıya bahşiş verilir. Akraba ve dostlar güvey anasına hediye düğün parası bırakırlar. Bir kadın bu parayı hesaplar. Biri isimlerini ve getirdiğ imiktarı yazar. Çünkü ileride onlar da götüreceklerdir. Bu para düğün sahibinin yükünü bir nebze hafifletmektedir.

            Gelinin geldiği beşinci geceye Şefapêncê adı verilir. Eskiden geceleyin güvey evine gidiliyordu. Şimdi bu gündüz öğleden sonraya alınmıştır.Gelinin annesi tüm bayan akraba ve dostlarını isteyip, beraberce kızının evine gider. Gelinin annesi bir altın olmak üzere, kardeşleri yüzük, diğer kadınlar para bırakırlar. Bu beşinci güne kadar gelinin çok yakın akrabaları,geline  siniler içinde kurabiye, baklava, mamilheva tatlıları gönderirler.

            Gelini babası ilk defa kızı evine çağırdığında,erkek tarafından güvey, babası, akraba ve dostları yemeğe çağırır.  Buna Mihvani denir. Kızı sabahleyin gelince erkek evinden bir küçük kız da yanında eşlik eder. Yemekler ekseriyetle seçilmiş yemeklerdir. Mumbar, Pilav, Güveç, Hoşab, Ayran, Salata, İçliköfte Dolma-Sarma ve Perdepilav yapılır. Yemekler yenilince mutluluk duaları söylenir ve herkes kalkar gider. Yalnız güvey kayınbaba evinde kalır. Çünkü yeni kayınbaba ve kayınanası ile görüşecektir. Geç vakitlerde de hanımını alıp eve gelir.

            SÜNNET VE KİRVELİK:

            Sünnet toplu yapılacaksa, sünnet olacak çocuklar bir evde toplatılır. Akrabaları da, bir odada toplanırlar. Yemekler yapılır,Mevlüt okunur. Çalgılar çalınıp oynanır. Sünnetçi aletlerini alıp birinci çocuğu sünnet yerine çağırır. Bu sırada o çocuğun babasıyla kirve olmak istiyen kimse, çocuğu kucağına alır. Sünneti yapılan çocuğa gerekli tıbbi yardım yapıldıktan sonra, yatağına yatırılır. Kaç çocuk sünnet olacaksa, değişik kişiler çocukları kucaklarına alırlar. Kucağına çocuk alıp kirve olmak isteyen çocuğun kucağına alarak bir altın lira veya para takar. Böylece kim kimin çocuğunu kucağına almışsa o kişi o aile ile kirve olmuş olur. Kirveler yörede gerçek bir akrabalık  gibi birbirlerine ilgi ve yakınlık gösterirler. Kirveler birkaç güne kadar, çeşitli eşyalarla birlikte birbirlerine küçümsenemeyecek hediyeler yollarlar.

 

ÖLÜM:

Ölü olduğu duyulduğu an, komşu, akraba, oradan geçen erkekler ölünün kapısı önünde beklerler. Cizre’de özellikle ölüm hususlarında yardımlaşma ve sosyal dayanışma hissi, gelişmiş olduğundan, herkes bir göreve atılır. Kimin önüne bir iş teklifi yapılırsa yapacağı gibi, teklifsiz zaruri işler hemen yapılır. Birisi doktora haber verir, ölüm tutanağı hazırlatılırken, bir diğeri hocayı çağırır. Biri mezar kazıcıyı bulurken, diğer biri kefen ve tabutu hazırlatır. Kapıda bekleyenler de, boşuna beklemezler. Bunlardan Kur’anı Kerimi bilenler mevcut cüz halindeki hatmi şerifi indirmek için okumaya başlarlar:.Bu sırada cenaze yıkanır, kefenlenir. Herkes mahzun bir şekilde bekler. Konuşmalar çok az yapılır.

            Ölüm döşeğinde olan kişiye akrabaları  “Lailaheillallah” kelimesini okurlar ki, o da beraber söylesin diye. Mevcut varsa bu anda ağzına çok hafif bal sürülür. Sonra yüzünü kıbleye karşı döndürürler. Bir diğeri bu esnada Yasin-i Şerifi okur. Ölüm olunca, göz ve ağzı açık kalmış ise, biri tarafından kapatılır. Elleri ayakları düzgün bir şekilde uzatılır. Karnına şişmesin diye ağır bir şey bırakılır. Sonra yüzü örtülür.

 

 

Ölünün bir akrabası veya komşusu tabut, kefen, pamuk gibi lüzumlu eşyaları ile iskat denilen ölü buğdayını temin eder. Ölünün masrafını sahibi taziye bittikten  sonra verir. İmam ölüyü bir yardımcıyla yıkar kefenler. Tabuta sağ yanı üzerine bırakır. Bu sırada çevreye ölü hayrına ekmek, lokum, helva dağıtılır. Yeminleri, bazı ibadetlerinin noksanlıkları için fakirlere buğday dağıtılır. Bu buğday dağıtımına iskat adı verilir.

 Birkaç kişi içeri girip, cenazeyi dışarı alırlar. Cizre’de tabut el üzerinde taşınır. Böylece hayır ve sevap kazanmak için, görenler cenazeyi sırayla taşır. Tabut üzerine Kur’andan ayetler yazılı örtü konulduğu gibi, duvar halısı ve başka şeyler de örtülmektedir. Cenaze gelenek icabı çarşıdan geçilir ki, çok kişi üzerinde namaz kılabilsin. Çoğunluk sessizce ölüye eşlik eder. Cenaze Ulucami’ye götürülür. Orada üzerinde namaz kılınır.

            Cizre’de genel olarak her ailenin ölülerinin toplandığı aile mezarlığına Cebane denir. Mezara getirilen cenaze için hazırlanan kabir tamamlanmışsa, derhal içine konulur. Eğer hazırlanamamışsa, ölü tabutu yere bırakılır. Kur’anı bilenler bu esnada tekrar okumaya başlarlar. Mezar hazır olunca, iki kuşak mendili ile tabut mezara daldırılır. Lahid denilen göğüs taşları örülen duvarlar üzerine tabutu örtecek şekilde konulur. Sonra naylon veya  mukavva   taşların üzerine bırakılır. Toprağın tabut üzerine dökülmemesi böylece önlenir. Artık bu mukavva, naylon üzerine halk tarafından toprak atılarak çukur doldurulur. Bu sırada bir imam veya bilen bir kişi biraz toprağa 7 sefer Kadr Suresini okuyup mezara döker. Halk toprak dökme ile uğraşırlarken, bir imam Yasini okumaya başlar. Yasinin bitmesi ile mezar hazır bir hale getirilir.

 İmam Telkin okumak üzere ölünün baş ucuna oturup okumaya başlayacağı sırada, halk ayağa kalkıp mezara yaklaşarak el bağlar. Büyük bir sessizlik ve huşu ile imamı dinlemeye başlarlar. Telkinden sonra, topluca fatihayı şerif okunur. Bu sırada birisi “Bu ölü hakkında ne dersiniz!” diye  bağırır. Herkes “Allah af eylesin” gibi cümlelerle karşılık verirler.

Artık ölü gömülmüş akrabalarının gönlü kırık herkes sıra ile ölünün en yakın akrabasının yanından geçerek taziyede bulunur. “Allah af etsin, Allah imanınızı kamil etsin, Allah sabır versin, kalanlara uzun ömür” dilekleri ile teselliye çalışırlar. Ölünün en yakınları halk giderken onlar mezar başında 5-10’ beklerler.

 İslamda böyle bir gelenek olmadığı halde bazıları ölülerinin üzerine  çadır kurdurup, imam tutulur ve gece-gündüz kuran okuturlar. Bazısı Cuma gecesine kadar yetiştirdiği gibi bir kısmı da üç gece veya bir gece okuturlar.

Ölü akrabaları dönüşte evleri müsaitse eve müsait değilse, mahalle mescidine gidip otururlar. Yakın ve tanıdıkları başsağlığına gelip fatiha okurlar. Bu taziye  üç gün sürer. Bu üç gün boyunca her camiye giden kişi Fatiha diye yüksek sesle bağırır. Camide bulunanların tümü, Fatihayı okumaya başlar.

 

Arefe günlerinde Cizre halkı ölülerini ziyaret ederler.[5]

           

Eskiden ölü evinde üç gün yemek yapılmazdı. Bu sırada komşu, akraba ve dostları  evlerinde pişirdikleri yemekleri ölünün evine gönderirlerdi. Taziye de devamlı oturanlar bu yemekten yerlerdi. Şimdi bazı ölü sahibleri iki üç bayan tutup yemek yaptırmaktadırlar. Üçüncü gün öğleyin adet üzere olduğu gibi, ölünün sevabına yemek yapıp dağıtılır. En çok pilav ve tirid (Haşlama) dağıtıldığı gibi, Sarma dolma,kuru fasulye etli pilav zerde  dağıtılır. Bu yemek tüm fakirlere, komşulara ve mahalle halkına dağıtılır. Üçüncü gün ikindi namazından sonra, imam taziyenin dinen üç gün olduğunu İslam’a göre taziyenin bittiğini  halka duyurur.

En yakınlarından biri tarafından taziye yerine berber çağırılıp getirilir. Büyükten başlamak üzere saçları ve sakalları traş edilir. Böylece topluluk artık yavaş yavaş  kalkıp dağılırlar. Bir başkası da, ölü evinin çamaşırlarını yıkattırır.

            Ölünün bir yılı dolunca, yıl dönümü münasebetiyle yağlı, şekerli, sütlü ekmek yaptırılıp helva ve lokumla birlikte dağıtılır. Bazıları da ölüleri için Hatim indirtirler.

[1] Tarih Kültür ve CİZRE, Abdullah YAŞIN Kuloğlu Matbaası 2007 Ankara

[2] Hamus Mecdeddin Yakut Fıruz Abadi, Non Bölümü

[3] Hristiyanlığa Reddiye, Papaz Alsenmu Runmeda

[4] Foto: M.Nuri ZEREN

[5] Foto:Ramazan İmrağ

 

 

  Anmelden   Site-Aktivität in letzter Zeit   Nutzungsbedingungen   Missbrauch melden   Seite drucken  |  Powered by Google Sites