CİZRE KÜLTÜRÜNDE  MEM U ZİN

CİZRE KÜLTÜRÜNDE  MEM U ZİN

Abdullah Yaşın

Araştırmacı-Eğitimci-Yazar

 (18.11.2006 Mimari ve Kültürel Tarihiyle Cizre Panel metnidir)

        Mem u Zin destanı h. 854, milladi 1450 yılında Cizre Azizan Hükümdarı Emir Ebdal (Abdullah) oğlu ibn Abdillah ibn Seyfeddin el-Bohti  döneminde meydana gelmiştir. Emir Zeynuddin Bey’in kızkardeşi Zin ile beyin Divan Katibinin oğlu Mem arasında geçen aşk hikayesi, Cizre Beyinin  danışmanı ve özel kalem memuru ve aynı zamanda iç özel kapıcısı Bekir’in fitne ve fesatçılığı yüzünden birbirine kavuşamamalarından dolayı bu önemli olay destanlaşmıştır.

        Emir Zeynuddin  Cizre Beyinin lakabıdır.Çünkü Cizre Azizan Hükümdarı soy ağacına bakıldığında ne Şerefnamede ne Osmanlı arşivlerinde, ne de Diyarbakır Salnamelerinde  Emir Zeynuddin yoktur. Yazar  nezaketen Cizre beyinin adını anmamış, ona dinin güzeli anlamında Zeynuddin lakabını kullanmıştır.    

    Mem u Zin eseri, kendisi ile gurur duyduğum aynı zamanda büyük dedem Hakkari’li rahmetli Şair, Yazar,  Filozof ve İlmi ledun sahibi Şeyh Ahmed  Hani Hazretleri tarafından kaleme alınmıştır.  Şeyh Ahmed  Hani  Cizre’ye iki kere teşrif etmiş, bir seferinde ikibuçuk yıl, bir seferinde de yedi ay kalmıştır. Bu dönemlerde Cizre Beyi ile dost olmuş, Cizre Medreselerinde ders vermiştir. Rahmetli Şeyh Ahmed  Hani Mem u Zin’in ölümlerinden 240 yıl sonra Cizre’ye gelmiş, Cizre’de bulunduğu  dönemlerde  Mem u Zin olayını halktan  öğrenerek  toplamış  ve onu destanlaştırarak bu eserini 1690 yılında Kürtçe manzum olarak yazmış ve edebiyata kazandırmıştır. Şeyh Ahmed Hani Hazretleri  kötülüğü, iki yüzlülüğü, koğuculuğu, fitne ve fesatçılığı, dalkavukluğu Bekir’de toplamıştır. Doğruluğu, iyiliği, suçsuzluğu, zayıflığı ve çaresizliği de Memo Zin’in şahıslarında toplamıştır. Zamanın yaşantısını, sosyal durumunu ve kültürünü büyük bir ustalıkla işlemiştir.  

        Eser, Türkçe, Arapça, Farsça, Almanca, Fransızca ve Rusça’ya tercüme edilmiştir. Bu gerçek hikaye Anadolu’muzda ve özellikle Doğu ve Güney-Doğu  Anadolu’da halk arasında çok tanınmıştır. Okumamış kimseler dahi, bazı bölümlerini ezbere kaside şeklinde okumaktadırlar.Dünya klasikleri arasına giren Mem û Zin  eserinin  ünü tüm dünyaya yayılmış, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu Bölgeleri  ile İran, Irak, Suriye, Rusya, Ermenistan,  Orta Asya Türk Cumhuriyetleri  halklarıı tarafından eser okunmaktadır. Bu sayede de Mem u Zin olayı unutulmamış, yerli ve yabancı turistler tarafından türbeleri  sık sık ziyaret edilmektedir. Bu da Cizre’nin devamlı gündemde kalmasını sağlamış, Cizre kültürünün yayılmasına ve gelişmesine yardımcı olmuştur.Ayrıca şimdi yapılmakta olan  Mem û Zin heykelinin Cizre’ye dikilmesi ile kültürümüze büyük bir katkı daha sağlayacaktır.

        Dünyaca meşhur aşıklar  olan Mem u Zin türbeleri Cizre Abdaliye Medresesi’nin müdür  ve öğretmenler odasının alt katındaki bodrum odasında bulunur.  Emir Zeynuddin  Zin’i  sevgilisi Memo’yu ile ara bozucu Bekir’i oraya gömdürmüştür.Mem u Zin’in mezar taşları üzerinde “Ölüm 854 te Allah onları ve tüm Müslümanlara rahmet etsin” diye bir ibare bulunmaktadır. Diğer mezar taşları kaçırılmıştır. Meşhur fitneci Bekir’in türbesi de onların baş uçlarında bulunur. Aşk olayı şöyle anlatılır:

        Cizre Azizan Beyi, Ebdal oğlu ibn Abdillah ibn Seyfeddin el-Bohti  denilen Mir  Zeynuddin’in Zin ve Siti adlarında çok güzel iki bacısı vardı. Zin beyaz tenli ve beyin canciğeri gibiydi. Siti ise, esmerimsi  ve bir selvi gibiydi. Hikayenin ana kahramanı (Mem) Memo ise, Memi Alan lakabıyla şöhret bulmuş olup Beyin Divan Katibinin oğlu ve Tacdin’in ahiret kardeşi ile dostuydu. Tacdin,  Divan Veziri İskender’in oğluydu. Arif ve Çeko adında Tacdin’in iki kardaeşi daha vardı.    

        Soyca Cizreli olmayıp, aslen  İran’da  bir köy olan Mergever’li Bekir adında fitneci, bir adam vardı. Bu Bekir hem Bey’in iç kapıcısı  özel sekreteri, hem de özel kahvecisi idi. Halk bunu Beko olarak da çağırırdı. Bu adamın kötülüklerini bilen Tacdin, Bey’e  kaç sefer bu adamın bu kapıya layık olmadığını ve kapıcılıktan alınmasını söylediyse de,  Bey: “-Değirmenimiz onunla dönüyor, köpekler de kapıcıdırlar”, derdi.    

        O zamanlar baharın müjdecisi olan Mart ayının 21’ine rastlayan günde Nevruz Bayramı kutlanırdı. Senenin bu gününde Cizre halkı çoluk-çocuk kıra çıkar, süslenir gençler birbirlerini  görür, beğenir ve böylece eş bulurlardı. İhtiyarlar ve çocuklar uzun kış günlerini unutmak için bu bayram eğlencelerine katılırlardı.

        Bey kır eğlencelerine izin verince, herkes süslerini giyinip dışarı çıkardı. Memo ile Tacdin de kendilerine kızlar gibi süs verip kıyafet değiştirerek çarşıya çıkarlar. Çarşıda gezip çalkalanan insanları seyrederlerken, bir anda iki erkek kıyafetli insan görürler. Onları görür görmez, ikisi de yere düşüp bayılır. Sıti ile Zin bu bayan kıyafetli iki erkeği iyice süzerek, onlar sezmeden her ikisi kendi yüzüklerini onların parmaklarına geçirirler. Oraya yabancıların gelmesi ile onları terk edip ayrılırlar. Bir iki saat sonra Memo ile Tacdin ayıldıklarında herkesin evine gitmiş olduklarını ve kendilerini bezgin ve sersem olduklarını görürler. Tacdin“- Kardeşim, elinde bir mücevher var ki; kendisi bir çıra, Yakutu ateş koru, karanlık gecede yakılan bir meşale gibi parlıyor ve üzerinde de Zin adı kazılmış” dedi. Memo’nun parmağındaki yüzüğü görmek için Tacdin elini uzatınca, Memo da onun parmağında bulunan paha biçilmez ve üzerinde maharetle Siti yazılmış bir elmas yüzük gördü. İkisi de hemen kendilerine bu yüzük sahipleri olan Siti ile Zin’in ne yapmış olduklarını derhal anladılar. Bayram eğlencelerinde bu iki genç kızın da onlar gibi kıyafet değiştirdiklerini anladılar.

        Heyzebun adlı dadı, Siti ve Zin’i böyle solgun yüzlü, renklerinin değiştiğini görünce, onların hallerini öğrenmek amacıyla:“-Niçin böyle duruyorsunuz?” dedi.Siti ile Zin başlarına gelen olayı gizlice dadıya anlattılar. Onların yüzüklerini de dadılarına gösterdiler: Dadı, hemen yüzükleri alıp, zamanın remil hocasına giderek  her iki erkeğin adlarını ortaya çıkarttı. Daha sonra bir hekim kılığına girerek, hastaları şifaya kavuşturmak amacıyla Cizre’nin sokaklarına daldı. Koynuna birkaç kitap, neşter, şişe, kese ve bazı ilaçlar almıştı. Mahalleleri gezerken, onu gören gençler arkadaşları ve komşuları olan hasta olan Tacdin ve Memo’ya götürdüler.Yabancı bir doktor kılığında olan Heyzebun:  “-Bizi lütfen yalnız bırakınız”, dedi. Orada bulunan akrabaları ve diğer gençler odayı boşalttılar. Heyzebun Tacdin ve Memo’ya her iki kızın da sizin gibi aşık olduklarını söyleyerek, güzel bir dille durumlarını onlara anlattı ve değişen yüzükleri bir daha geri istedi. Tacdin inanmaları amacıyla yüzüğünü geri gönderdiyse de, Memo yüzüğünü vermeyerek: “-Bununla yaşıyorum”, dedi.

         Memo ve Tacdin kadar aşık olan ve inleyen her iki kız dadıları Heyzebun’u sabırsızlıkla bekliyorlardı.  Dadı dönüşte Siti ve Zin’e durumlarını anlatınca aşkları daha fazla alevlenmiş oldu.

         Aşkları had safhasına ulaşan Memo ile Tacdin, kalkıp arkadaşlarına giderek, başlarına gelen macera ve halleri onlara anlattılar. Bunu duyan arkadaşları önce Tacdin için olmak üzere bazı büyük Cizre alimleri, adliyecileri ve beylerden birer gurup alarak, zamanın Cizre Bey’i Mir Zeynuddin’in huzuruna dünür olarak çıktılar. Böyleci Siti’yi Tacdin’e istediler. Bey de:

“-Layık gördüğünüz üstündür, vekil kimse gelip otursun”, dedi.

         Tacdin’in vekili olan kardeşi Çeko, Mir Zeynuddin Bey’in eteğini öperek, kabullendi.         Sonra Bey, altın ve gümüş tabaklar içinde bir gök tabakası kadar geniş ve zengin bir sofra çekti. Memo ve Tacdin giyinmiş olarak Mir Zeynuddin’in elini öperek eğlence meclisine katıldılar. Böylece Tacdin ve Siti için yedi gün yedi gece düğün yapıldı. Gerdeğe girdiklerinde, gerçek dost ve arkadaşı olan Memo, Cizre Botan Yöresi’nin bir adeti olmak üzere dış kapıda onları silahıyla bekledi.

    Huylarında daima şeytanlık gizli olan Bekir, Bey’i sinire getirmek için bir gün şöyle dedi: “-Bey’im, Siti’yi siz çok telef verdiniz. Kayser, Kisra, Fağfur isteseydi böyle çabuk vermezdiniz”.

Bey şöyle cevap verdi: “-Ey bedbaht, Tacdin ve Memo’yu onlara değişir miyim. Savaş olduğunda bize ikiyüz esir getiriyorlar.”

    Bununla da Bey’e tesir edemeyen dedikoducu Bekir, artık başka şeyler tasarlayarak ağız değiştirdi.

     “-Efendim, Tacdin kendi tarafından Zin’i Memo’ya vermiş.”

    Bey: “-Neden bana sormadı acaba. Benden kalmamış mı korkusu?”

    Bekir: “-Bilmiyor musunuz? Sayın Beyim, orası öyledir. Yiğittir, gençtir, beyzadedir.”

    Bey: “-Gönlümden gerçekten Zin’i Memo ile şereflendirip vermek vardı. Artık atalarım Hz. Halid’in ruhlarına and içerim ki; Zin’i karı olarak Memo’ya vermiyeceğim. Başından bezmiş olan varsa, işte Zin, istesin bakalım”, dedi.

    Cizre Kalesi ile Dicle Nehri arasında kalan yerde Rezimiran denilen  büyük bir bahçe bulunurdu ki; bu bahçede türlü türlü ağaçlar, evcil ve yabani hayvanlar beslenirdi. O kadar ağaçlar, güller çeşit çeşit bitkiler sıktı ki, insanlar içinde birbirlerini göremezlerdi.

        Bir gün Bey ve Cizre halkının tamamı kıra ve av avlanmaya giderler. Memo o gün bir yere ayrılmaz. Zin ise, hükümdar olan ağabeyi Mir Zeynuddin ’in bahçesine gider. Çoktandır Zin’i takip eden Memo, Zin’in bahçeye girdiğini görünce, gizliden kendisi de bahçeye dalar. Karabahtlı olan Zin, Memo’yu görünce birden yıkılıverir yere.

        Durumdan habersiz olarak Memo bahçede gezinirken, ikiyüz kişinin nedimeliğini yaptığı Zin’i görür ve dayanamayıp yere yuvarlanır.Bey, avdan döndüğünde, davul-zurnalarla karşılanır. Yakaladıkları ceylanları, tilkileri bahçeye salmalarını emreder. Bahçe kapısının kilitli olmadığını gören bey, şüphelenir ve girer. Bakar ki, biri abaya sarılıp bahçeye oturmuş . Habersiz bahçeye gireni öğrenmek için biraz yaklaşır ve Memo’yu görür. Memo şöyle der:

    “-Beyim, biliyorsunuz ben hastayım. Sizin ava gittiğinizi duyunca benim de canım sıkıldı. Sonra kendimi burda buldum,”.

Bey der ki:“-Bari bahçede bir şeyler avladın mı?”    

    “-Ben, bu bahçede bir ceylan buldum. Zülüfleri siyah, kokusu güzel, senin geldiğin için gizlendi. Sen gelmezden o açıktaydı.”

    Tacdin bu sözleri işitince, yanında abasının altında Zin’in gizlendiğini anlar. Bey’e Memo’nun hasta ve saralı olduğunu söyleyip, ordan Meclise gidip divan kurarlar. Tacdin Bey’i aldatıp Meclise götürdükten sonra, Memo’ya gelip:

     “-Kardeşim ne haldir?” diye sorar. O da abasının altından Zin’in saç örgülerini gösterir: Tacdin bu durumu görünce hemen eve koşar. Karısı Siti’ye Kuran-ı Kerim ve altın beşikteki çocuğu alıp çıkmasını söyler: Memo ile Zin’in zor durumda olduklarını karısına anlatır. Tacdin, Mem ile Zin’in kalabalıktan kurtarabilmek için derhal evini ateşe verir. Aman yangın var diyerek feryadını yükseltir. Kabileler, aşiretler ve herkes yangını söndürmeye koşarlarken, bey ve hizmetçiler de saray ve bahçeyi boşaltarak yangına doğru giderler. Böylece Memo ile Zin’in kurtuluşu ve gerçek dostluk için Tacdin evini feda eder. Bu olay emsali görülmemiş bir dostluk örneğidir.

        Zin ve Memo’nun aşkından haberdar olan Bekir hemen Bey’e ulaşarak olup bitenleri anlatır. Bey de, Mem ile Zin’in aşklarını öğrenmek için bir hal çaresi aramasını emreder. Bekir der ki:

        “-Beyim kendisiyle satranç oynayın. Satranca davette eğer beni yenersen istediğimi alırım, diye söylersiniz. Böylece esas amaç belli olur.

        Bey Memo’yu bahçeye çağırtır. Beraber üç el satranç oynadıklarında, Memo çok müthiş bir santranç oyuncusu olduğundan Emir Zeynuddin’i her üç elde yener. Bunu gören Şeytan ruhlu Bekir, Bey’e yerlerini değiştirmelerini söyler. Yerlerini değiştirdiklerinde Memo’nun yüzü Zin’in oturduğu pencereye geldiğinden, aşkı dolayısıyla satrancı unutur böyece altı el yenilir. Bey de, tam böyle yenilmiş sevgilisi karşısında oturup şaşırmış Memo’ya sevgilisinin kim olduğunu ve mutlaka getireceğini söyler. Beko önceden tedbirli olduğundan, hemen lafı yapıştırır. Sevgilisinin dudağı benekli ve döğmeli bir kapkara zenci arap kızı olduğunu söyler. Bunları duyan Memo kızar ve şuurunu kaybederek:

        “-Asla, Bekir’in söylediği gibi değil, padişah kızı saraylı olup, temiz soylu ve ismi de Zin’dir”der.

        Bey bunu duyunca

        Memo’nun ellerini bağlattırıp zindan’a gönderir. Memo bir sene kadar zindanda kalır. Daha sonra Tacdin ve kardeşleri Bey’e değerli bir ihtiyar gönderip, Memo’yu serbest bırakamasını söyler. Zin ağabeyi olan Bey’e bir çok keramet nevinden cümleler kullanır. Mem ile Zin’in aşklarının maddi bir aşk olayı olmadığını, bu aşkın manevi bir aşk olduğunu öğrenen Emir Zeynuddin, Zin’e de artık seni Memo’ya verdiğimi, düğününüzü bugünlerde yapacağını ve bugüne kadar çektirdiği acılar için özür dileyerek, Allah’tan affını diler.

        Zin, ağabeyisinin bu gerçek düşüncesini öğrenir öğrenmez, hemen süslenerek Bey’den Memo’yu görme izni ister. Zin yanına dadısı ve kızkardeşi Siti ile yüz nedimeyi alarak zindan’a doğru gider. Kapıda Memo’yu tarif ederek, onunla görüşeceklerini söyler. İçerideki mahpuslar birlikte şöyle anlatırlar: “Memo düne kadar aramızdaydı. Yalnız dün akşam pencereden vücudu üzerine bir yeşil, bir sarı ışık topluluğunun geldiğini gördükten sonra, konuşmaz olmuş” Bunu duyan Zin, yanındakileri bırakarak zindanın içine iner. Ayağıyla Memo’yu dürterek, biraz konuşturur. Aralarında şöyle bir diyaloğ geçer.

Memo: “Sen beni görmek için değil, tatlı canımı almak için gelmişsin.”

Zin: “-Hadi kalk zincirleri çözüp, Bey’in huzuruna çıkalım. İznimizi verdi.”

Memo: “-Ölümü olan bey, bey değildir. Biz  Beylerbeyi’nin huzuruna çıktık” der ve ölür. Bu cümle ile gerçek aşktan İlahi aşka geçtiği görülür. Ölüm haberi saraya ve şehre yayılınca Tacdin koşup Bekir’i Köşeyi Sokakta  bulur. “-Ey maksatları meneden, Memo ölür de sen hayatta yer yüzünde mi gezeceksin?” der.  Kılıcını çekerek leşini yere serer.

        Bu acıklı aşk olayına tümüyle üzülen Cizre halkı, Memo’nun ölümüyle bir yasa bürünmüşlerdi. herkes matem için karalar giydiler. O günden itibaren Cizre’ye siyah çarşaf  giyme adeti getirilmiştir.

         Bu sırada, Memo’nun naşı Cizre Sarayı’ndan çıkarılmaktadır. Bu sırada Zin üzüntüsünden cenaze ile mezara gitmektedir. Memo’yu Abdaliye Medresesi’ne götürüp, gömme hazırlıkları yaptıkları bir sırada, iki oduna bağlı bir ölünün birkaç insan tarafından taşınıp oraya doğru getirildiği görülür. Bunu gören Emir Zeynuddin sinirlenerek:

         “-Bu mezar müslümanların mezarıdır. O köpeği aramıza almayın” der. Gerçek aşktan İlahi aşka varan Zin, ağabeyisinin yanına giderek şöyle der:

“-Beyim, Memo’nun bulunduğu şehitlikten Bekir’i sakın mahrum etme. Bizi o köpek korudu. Bizi kıyamete kadar kapı eşiğinde o koruyacaktır.” Bunun üzerine Bekir’i  de  aynı yere bir köşeye gömerler. 

Zin daha sonra yapıştığı mezar taşında Abdaliye Medresesi’nde canını verir. Dünyada birleşmelerine mani olduğu Mem ile Zin’i  aynı yerde gömmek ister.Bey, Zin’in naşını gömülü olan Memo’nun mezarını açtırarak Zin’i sarktığı sırada şöyle seslenir:

         “-Memo! Al sana yar!” der. Mezardan Memo’nun cesedinden efsaneye göre üç defa ses gelir. O ses: “- Merhaba” diye yükselir.

Gerçek aşktan ilahi aşka varan Memo ile Zin’e Allah rahmet eylesin. Amin.

Kaynaklar:

1-Yaşın Abdullah Bütün yönleriyle Cizre,Yücel Matbaası l983 Istanbul

2-Mem U Zin  Ahmedi Hani Dersaadet

3-Mem û Zin Ehmedê Xani 3. baskı Hasat yay.Çevirmen M.Emin Bozarslan 1990 Istanbul

4-Mem û Zin Prof Dr. Ramazan Boti Darufikir 1982 Dımışk

5-Ahmed Xani 8jiyan behrem u bir û baweri)Murad Ciwan Doz yayınları1997 Istanbul

6-Ş.Ahmed-i Ciziri Diwana Mellayê Ciziri